top of page

Yeni Dünya Düzeni Bölüm I

Güncelleme tarihi: 17 Haz 2023

47; çöp kutusuna gelişigüzel fırlatılmış gazetelerden en üsttekini aldı, hemen önünde yürüyen adamın ruhu dahi duymadan şapkasını kapıp kendi başına geçirdi, katlı gazeteyi açtı ve yürümeye devam etti. Biraz ileride bağıra çağıra satış yapan manavın önüne kadar gazetedeki manşetlere göz gezdirerek önemli bir şey olup olmadığına baktı.


İnsanları boş harcamalar yapmaları için yönlendiren yeni moda akımları, ekonomik kriz zırvalıkları, sokağa çıkma yasağı saatleri bildirisi, bir top peşinde koşturan yirmi iki kişi için harcanan deli paralar, küfürle hakaret, bolca ırkçılık, biraz cinsiyetçilik, hürriyet palavraları, kendilerini diğer insanlardan üstün sayan zorbaların eşitlikle adalet üzerine yaptığı bol alkışlı mitingler vs. vs. işte... Omuz silkti. Bugün de yeni bir şey yoktu.


Derin bir iç geçirip gazeteyi katlayarak koltuk altına sıkıştırdı, boştaki eliyle fötr şapkanın kenarını kavrayarak biraz indirdi ve yüzünü gizledi; artık hazırdı.


Manavın önüne vardığında diziyle tezgâhın ayağına vurdu, vuruşun şiddetiyle en köşedeki biri yeşil ikisi kırmızı olmak üzere üç elma tezgâhtan aşağı yuvarlandı. 47, çevik bir hareketle şapkayı başından çıkarıp eğildi ve üç elmanın da şapkanın içine girdiğinden emin oldu. Ancak elmaların düşmek üzere olduğunu gören tek kişi 47 değildi. Manav da onları tutmak için eğildiğinde 47 ile burun buruna geldi. Yaklaşık iki saniyelik şaşkın bir bakışmanın ardından manav öfkeyle "Yine mi sen?" diye bağırdı. 47 satıcıya gergin bir gülümseme sundu. "Ben de sizi özledim bayım."


Cebinden çıkardığı bozuklukları tezgâha bırakıp hızla geriye çekildi ve adamın elmaları almak adına olan hamlesini boşa çıkardı. Manav kısa bir yalpalamanın ardından doğrulduktan sonra "Seni pis hırsız!" diye tekrar bağırdı. Ortamdan olabildiğince hızlı uzaklaşmaya gayret eden 47 bu laf üzerine önce bir duraksadı, sonra arkasına dönerek kollarını iki yana açtı. "Parasını ödedim!"


"Eksikti!" diye manavdan aynı tonda bir tepki alan 47 dişlerini sıktı. "Üç elmaya 15 YDP! Fiyatı buydu!"


"Sana 30!" dedi manav ters ters. 47 bu cevap üstüne başını sağına yatırarak iğneleyici bir şekilde gülümsedi. "Çok tatlısın! Bir de zahmet edip benim için özel fiyat listesi mi hazırladın?" Manavın gür kaşları iyice çatıldı, esmer alnı kırış kırış oldu. "Müşteri seçme özgürlüğüne sahibim. Ya bu fiyata alırsın ya da almazsın."


47 bu lafa cevap olarak şapkadan çıkardığı yeşil elmadan koca bir ısırık alıp manavın gözünün içine baka baka bolca da şapırdatma eşliğinde ilk lokmasını çiğnedi. İkinci ısırığı da almaya niyetlenmişti ki tezgâhın karşı tarafından fırlayan manavın "Bu kadarı da fazla ama!" diye bağırıp koşmaya başlamasıyla 47 de son sürat topuklamak zorunda kaldı.


Dişleri arasında zorlukla tuttuğu yeşil bir elma, bir elinde içinde başka iki elma olan bir şapka, diğerinde koltuk altına sıkıştırdığı katlı gazeteyle manavdan yeterince uzaklaştığına kanaat getirene kadar koştu, koştu, koştu... Neyse ki o koca göbeğiyle manavın 47'ye karşı pek bir şansı yoktu.


Arkasından gelen küfür ve hakaretleri duyamadığını fark ettiği an meydana da ulaşmıştı. Meydanda yeşil elmayı ağzından alıp kısa bir an soluklandıktan sonra diğer elindeki şapkayı hatırlayarak "Kahretsin." diye mırıldandı. Kafasını kaldırıp sağına soluna bakınarak şapkayı aldığı adamı bulmaya çalıştı. "İşin yoksa ara da bul şimdi." diye kendi kendine mırıldanırken şapkanın içindeki diğer iki elmayı da çıkarıp tüm elmaları tek eline sıkıştırdı. Etrafına tekrar bir iyice bakınarak adamın buralarda olup olmadığından emin olmaya çalıştı fakat onu bir türlü göremedi. Tam pes etmek üzereyken boyu iki metreye yakın birisinin kenara çekilmesiyle kendisinden yaklaşık yirmi metre ilerideki keli parlayan kurbanını büyük bir sevinçle fark etti 47.


Fark eder etmez de hemen pozisyon aldı. Her odaklanışında yaptığı gibi dilini yine dışarı çıkarıp şapkayı adamın kafasına hizaladıktan sonra "Tamam." diye mırıldandı kendi kendine. "Önüm temiz, hedef sabit hızla düz bir yolda ilerliyor ve havalandırmalar bugün ciddi bir hava akımına sebep olmuyor. Her şey hiç olmadığı kadar mükemmel. Bu kez kesin olacak." Motivasyon ana temalı monoloğunu bitirir bitirmez derin bir soluk alıp verdi ve şapkayı aynı bir frizbi gibi fırlattı. Şapka döne döne uçtu, uçtu, uçtu...


"Hadi." dedi 47 fısıltıyla. "Tam kafasının üstüne in, aynı bir tüy gibi... Hadi, hadi..."


Şapka uçtu, uçtu ve kurbanın kafasının sırt kısmına sert bir şekilde çarpıp yeri boyladı. Adamın şaşkınlık yüklü iniltisiyle 47'nin kısık sesli küfrü tam olarak aynı ana denk geldi. Zavallı adam hızla arkasına dönüp bunu kendisine kimin yaptığını görmeye çalışsa da 47 çoktan bir binayı siper edinerek gizlenmişti bile. Zavallı adam doğal olarak suçluyu bulamadı, şapkasını hangi ara yere düşürdüğüne hayıflanıp eğilerek onu yerden aldı ve şapkayı geri başına geçirerek hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam etti. Olan biteni bir duvar arkasından seyreden 47 de paçayı kurtarmanın verdiği rahatlıkla derin bir nefes almış oldu.


Güne güzel başlamıştı. Yüzlerce loş ışık kaynağı parlayarak göz yoruyor, insanlar uğultu şeklindeki her zamanki gürültüsünü çıkarıyor, gökleri olan toprak tavandan arada taş toprak ve bolca da toz dökülüyordu. Özetle güzel bir gündü işte. Yer altı hep böyleydi. Havası tozlu, kuru ve sıcak; toprağı çatlak, taşlı ve bazen de çamurlu; insanlarıysa sinir bozucu, ukala ve gürültülüydü.


Ancak 47 yine de neşeliydi. Nasıl olmasındı ki?.. Gerçek fiyatına satın aldığı üç elması, koltuk altında bugünün gazetesi ve gitmekte olduğu bir işi vardı. Dahası bu kez kahvaltısı için fazla koşturması da gerekmemişti.


Bir ıslık tutturarak işe gitmek için her normal insanın kullandığı meydanı değil de "Karanlık Sokak" diye adlandırılan; serserinin, itle kopuğun cirit attığı ve son olarak siyahîlerin de yaşam yeri olan o sokağı kullandı.


İşte 47'nin arkadaşlarından biri de tam o sırada işine gitmekteydi. "Günaydıın!" diye şakıdı 47 onu görür görmez neşeli bir sesle. Elindeki kırmızı elmalardan birini tutması için ona fırlatıp koltuk altına sıkıştırmış olduğu gazeteyi de eline alarak ona uzattı. Siyahî arkadaşı elmayı havada yakalayıp uzatılan gazeteyi de diğer eline alırken "Yeni bir şey var mı?" diye sordu. 47, kendi yanında başka birisi olsa ayıplayacağı tuhaf ve küçümseyici bir ses çıkarıp "Hayır, hâlâ aynı sıkıcı palavralar." dedi bıkkınlıkla.


"Bazen çok merak ediyorum, kendi yalanlarına kendileri de inanıyorlar mıdır dersin?" 47'nin yeşil elmadan koca bir ısırık alarak sorduğu bu soruya karşılık arkadaşı dudak bükerek gazetedeki manşetlerden birini okudu. "YAY Temsilcisi yeni konuşmasını yaptı: Her Yeni Dünya vatandaşı hür, özgür ve eşittir. Aksi iddia edilemez." 47 gülerek omuz silkti ve "Ne derler bilirsin." dedi. "İstisnalar kaideyi bozmaz öyle değil mi?"


Arkadaşı bir iç geçirip "Bazen keşke bozsa diyorum." diye fısıldadı. 47 buna yorum yapmadı, sadece arkadaşına gözleriyle elmasını işaret etti. "Yesene." dedi ağzı dolu bir hâlde. "Bunları satan adamdan nefret ediyorum ama şimdi eğri oturup doğru konuşalım, elmaları cidden çok güzel."


"Ağzın doluyken konuşma." diye onu uyaran arkadaşı, bunu söyledikten kısa bir süre sonra güldü. "Hem ne dedin sen az önce? 'Doğru oturup eğri konuşalım.' mı? Ne tuhaf sözlerin var senin. O ne demek?"


47 ağzındaki lokmayı güzelce çiğneyip yuttuktan sonra "Eğri oturup doğru konuşalım." diye onu düzeltti. "Türkçe bir deyimin Ortaksöyleme çevrilmiş hâli. Koşullar ne olursa olsun doğruyu söylemek gerektiği anlamına geliyor."


"Ov ov ov... Orada dur bakalım seni ırkçı pislik! Hangi dili kullandığına dikkat et. Hiçbir Yeni Dünya vatandaşının bir ırkı yoktur ve..." 47 arkadaşının şakasına gülerek son on beş yıldır baştaki YAY Temsilcisi'nin çok popüler olan cümlesinin devamını getirdi. "Milletimizin tek ve yegâne ortak dili de Ortaksöylemdir."


Tek ile yegane'nin aynı anlama gelip 'Ortaksöylem'inse zaten ortak dil anlamına gelmesi gibi basit anlatım bozuklukları dışında herhalde cümlenin en temel hatası tamamen yalandan ibaret olmasıydı ve ikisi de bunu gayet iyi biliyordu fakat artık durumu kanıksadıklarından konu üzerinde durmadılar.


"Sana mükemmel bir haberim var." dedi 47 elmasını sonunda bitirebildiğinde. Elmadan geriye sadece sapı kalmıştı. "Tahmin edeyim." diye mırıldanan arkadaşı da incelediği gazeteyi katlayıp elmasını yamalı ceketinin cebine koydu ve yürümeye koyuldu. "Yeni bir iş buldun?" Hızlı adımlar atarak önünde yürüyen arkadaşına yetişen 47 "Evet!" dedi neşe saçarak. "Üstelik sadece bu da değil! Daha iyisi de var Oniks."


"O hâlde benimle aynı yerde çalışacaksın?"


"Ne?" dedi 47 hayretle. "Hayal gücün cidden berbat. Daha iyisi seninle birlikte saatlerce ütü yapıp kıyafet katlamak mı?"


"Üzgünüm." dedi Oniks dudak büküp omuz silkerek. "Bu en iyi tahminimdi."


"O hâlde sıkı dur söylüyorum! Beeeeeen biiiiiiiir..."


47'den uzun bir süre ses çıkmayınca Oniks yürümeyi bir anlığına kesip başını eğerek 47'nin yüzüne baktı. "E çatlatma adamı da söyle artık."


47 kendi etrafında dönüp arkadaşının önüne zıplayarak "Hayvan barınağında çalışıyorum!" dedi. Yüzünde kocaman bir tebessüm, sesindeyse neredeyse kuş cıvıltıları vardı. Oniks ise 47'nin suratına 'Ciddi misin?' dercesine bir ifadeyle baktıktan sonra omuzlarını düşürüp göz devirdi. "Evet, hayal gücüm cidden berbatmış ha? Peki, sana ne demeli? Sence de tek işi b*k temizlemek olacak birisi için fazla neşeli değil misin?"


Oniks sinirle önündeki 47'yi iterek yolunu açtıktan sonra ellerini cebine atıp yürümeye devam etti. 47 arkadaşının arkasından kısa bir an büyük bir hayal kırıklığıyla baktı ancak hemen sonrasında yeniden koşarak ona yetişti. Yalnız bu kez önüne geçti ve geri geri yürüyerek onunla yeniden konuşmaya başladı. "Hadi ama, şevkimi kırıyorsun. O kadar da kötü olamaz. Üstelik işimin güzel yanları da var. Meselaa..."


"Konuşmaya zahmet etme, dur ben tahmin edeyim." dedi Oniks tek elini kaldırıp onu susturarak. Sonra da kaldığı yerden devam etti. "İşin senin için şu an harika! Peki, neden? Yeni hayvanları ilk elden görme ve hatta dokunma fırsatın olacak ki senin için bu muhteşem. Üstelik onların bakımı ve yaralarıyla da ilgilenecek bu sayede güzel bir iş yaparak dünyaya katkıda bulunduğunu düşüneceksin. Ayrıca eminim ki sana söylenen maaş da insanî bir ölçüde ve bulaşık yıkayarak kazanacağından fazladır ama zavallı iyiliksever 47'mizin bilmediği ufak bir iki detay var. Oradaki hayvanlar vahşi ve kontrol edilmesi zor olacak, çoğuna yardım edeyim derken yara bere içinde kalacaksın. Bol bol pislik temizleyeceksin, iş arkadaşların, pardon lafta iş arkadaşların çünkü hiçbirisi seninle arkadaş olmayacak, seni çoğu kez aşağılayacak ve senden nefret edecek. Nöbet günlerinde fazladan mesaiye kimin kalacağı artık onlar için bir sorun olmayacak çünkü 47'leri var! Ne de olsa o kalır. Tüm bunlara sabretsen bile ay sonu gelip çattığında ve sen maaşını almak için işvereninle konuşmaya çalıştığında sana ne verecek biliyor musun? Bana ne kadar veriyorlarsa onu. Çünkü sen farklısın, bir albinosun! Ve sen! Sense..." Dişlerini öfkeyle sıkıp susan Oniks "Sen tam bir aptalsın!" dedi. "Bunları görmüyor olamazsın! Pardon ama ben bin kez ütü yapmayı tercih ederim."


47 homurtuyla göz devirip kollarını göğsünde kavuşturdu. "Bunlar başa çıkamayacağım şeyler değil."


"O kadar neşeliydin ki gerçekten..." dedi Oniks hastalıklı bir şekilde gülerek. "Gerçekten de çok kısa bir an bu kez okuduğun üniversitenin bir anlamı olacak sandım ama şuna da bakın! Ben ilkokul mezunuyum fakat çok komik bir şekilde hiçbir farkımız yok."


47 kaşlarını çatıp durdu. "Kardeşinin okula gitmesini engellemenin nedeni bu mu? Cidden mi? Zavallı kızı sırf bu yüzden mi eve kapattın?"


"O bir siyahî!" diye bağırdı Oniks. Etraftaki insanların başlarının kendisine döndüğünü fark ettiği an başını öne eğip öksürdü ve sesini bir ton düşürerek dediğini tekrarladı: "O bir siyahî. Okuyup okumaması arasında hiçbir fark yok. İster on tane üniversite bitirsin ister okuma yazma dahi bilmesin... Her şekilde kaderinde bulaşık yıkamak, kıyafet ütülemek, dikiş yapmak var. Aynı benim gibi... Aynı senin gibi... Çok az kaldı 47, bir gün sen de tüm bunlara katlanamayıp benimle çalışmaya başlayacaksın. Çok ama çok az kaldı."


Oniks bir kez daha 47'yi iterek yolunu açtı, sonra da hızlı adımlarla işine doğru yürümeye koyuldu. 47 bu kez arkasından koşmadı ya da bir şey demedi. Sadece omuzlarını düşürerek kaderini kabullendi. Oniks'e tüm bunlar yüzünden kızgın ya da kırgın değildi. Oniks'e hiçbir zaman kırgın kalamıyordu zaten, ertesi gün bu aptal tartışma hiç olmamış gibi 47 ona bir elma alıp günün gazetesini getirecekti. Oniks yine huysuz olacaktı. Belki bir iki şakaya biraz gülecek ve yeniden işlerinin yolunu tutacaklardı. Hep böyle olurdu.


47 bir iç çekerek cebindeki küçük boy not defterini çıkarıp listesine göz gezdirdi. Her gün, ertesi gün ters gidebilecek işlerin bir listesini çıkarırdı. Buna "Premeditatio malorum." diyordu. Bu söz dizisinin anlamı "kötüyü tasarlamak, kötüye hazır olmak"tı. Stoacı Marcus Aurelius bu durumu tam olarak şöyle ifade etmişti: "Kendinizi en kötü sonuca göre hazırlarsanız ya onunla karşılaşırsınız ya da daha iyi bir sonuçla."


Stoacılık felsefesinin bazı öğretilerini hayatına yaymış olan 47 bu felsefi akımla son derece mutluydu ki felsefenin kendisi de zaten mutluluk üzerine kurulmuştu. Oniks'in sandığının aksine 47 dünyayı tozpembe görmüyordu, kötülüklerinin gayet farkında olmakla beraber hatta her gün bunun bir listesini dahi çıkarıyordu. Aslında bu kendisini epey de motive ediyordu. Kötü sonuçlar onu yıldırmıyor çünkü zaten en kötü olabilecek şey kafasında, hep bir köşede, bulunuyordu. Bu yüzden çok nadiren hayal kırıklığına uğruyor ve bunlarla başa çıkabilecek kadar da tecrübeli oluyordu. Eğer ertesi günden beklentiniz aç, işsiz, dayak ve hakaret yemiş bir birey olmaksa o gün boğazınızdan üç beş parça bir şey geçtiğinde ve başınızı koyabileceğiniz bir yerin varlığını bildiğinizde mutlu olabiliyordunuz.

Liste iç karartıcı yüzlerce küçük küçük karalanmış sözcükten oluşuyordu. Bugünün yeni işinin ilk günü olması dolayısıyla listesi normalden çok daha kabarıktı ama başa çıkılamayacak şeyler değildi. En kötüsünü zaten Oniks sözlü olarak da ifade etmişken 47'nin kaybedeceği pek bir şeyi yoktu.


Bir yandan listeyi okur bir yandan da tek elindeki kırmızı elmayı atıp tutarken üzerindeki çakmak çakmak mavi gözleri hissetmesiyle gülümsedi, içinde bir şeyler kıpırdadı. Başını kaldırdığında göreceği şeyin bilinciyle her zamanki gibi gözlerini listeden çekti ve ışıl ışıl mavi gözlere odaklandı. Onlar da tam o sırada heyecanla 47'ye bakmaktaydı. Gözleri kesişince utanıp başını eğdi ama 47 öyle yapmadı, dayanamayıp bir kahkaha patlattı. Yere, dizleri üstüne, onun tam karşısına, çökerken tüm enerjisini geri kazanmış gibi hissediyordu.


"Yemin ediyorum neşe kaynağımsın." dedi gülerek. "Bugün nasılsın bakalım?" 47'den dört beş yaş kadar küçük olan mavi gözlü çocuk bir şey demedi, sadece neşeyle ellerini çırptı ve dili döndüğünce anlamsız birkaç kelime söyledi, gözleri elmadaydı.


47 onun neyi istediğini biliyordu. Açlıktan neredeyse kemikleri sayılan bacaksız bir çocuk -gerçek anlamda bacaksız bir çocuk- başka ne isteyebilirdi ki? Elmayı elinde birkaç kez daha atıp tuttuktan sonra "Bunu sana vereceğim, bunu biliyorsun." dedi gülümseyerek. "Ama önce hak ettiğini kanıtla. Söyle bakalım, bunun adı ne?"


"Amma"


47 yüzünü ekşiterek başını iki yana salladı. "Yaklaştın ama değil, bir daha dene. Hadi, bunu seninle defalarca kez çalışmıştık Lig. Kelimeyi biliyorsun."


"A-emma."


"Çok az kaldı. Bak yardımcı olayım. Eeeel-"


"Elma! Elma!"


47 ayağa kalkarken elindeki elmayı onun kucağına fırlattı. Siyahi çocuk elmayı kaptığı gibi hızlı hızlı yemeye başladığında 47 güldü. "Bir dahakine bu kadar kolay kurtulamazsın. Sana daha bu kelimeyi yazmayı da öğreteceğim Lig." Elmayı hapur hupur götürmekte olan Lig "Aba, aba..." dediğinde 47 bir an panik oldu. "Cadaloz ablan etrafta mı? Cidden hiç onun dırdırını çekemem şimdi, iyisi mi ben ufaktan kaçayım. Hadi bana müsaade."


47 tam gitmek üzereyken çocuğun olmayan ayaklarını örten soluk sarı renkli örtünün biraz kaymış olduğunu fark edip eğilerek onu düzeltti, sonra da büyük bir iştahla elmayı yemekte olan Lig'e kovboy selamı verdi ve koşar adım işine doğru ilerlemeye koyuldu.


Yer altında gün asıl şimdi başlıyordu.

Son Yazılar

Hepsini Gör
Prolog

Gecenin bir yarısı bir karaltının camın önünden geçmesiyle perdeler aheste bir edayla hareketlendi. Dolapların teker teker açılıp...

 
 
 

Yorumlar


Yazı: Blog2_Post

©2022, Elma Bilican tarafından Wix.com ile kurulmuştur.

bottom of page